“CAMİLER VE MESCİTLER, YERYÜZÜNÜN ALLAH’A EN SEVİMLİ MEKÂNLARIDIR”

 Camiler ve Din Görevlileri Haftası Yalova’da çeşitli etkinliklerle kutlanıyor. Bu kapsamda bir mesaj yayınlayan Yalova Müftü Yardımcısı Dr. İhsan Kara da camileri ve mescitlerin dinimizde taşıdığı öneme vurgu yaptı. Kara yazısında şu detaylara yer verdi, “Camiler ve mescitler, yeryüzünün Allah’a en sevimli mekânlarıdır. Kulluğu ifade etmenin en güzel yolu olan secdelere tanıklık eden, adını da o secdelerden alan müstesna yerlerdir.  İçlerinde her gün Allah’ın adının zikredildiği, gönüllere şifa olan Kur’an’ın tilavet edildiği, Mü’minlere nasihat ve vaazların verildiği,  kalbimizin huzur bulduğu yerlerdir camiler. Resulullah (sav)  Efendimiz’in mescitlerle ilgili müminlere güzel bir müjdesi vardır: “Kalbi mescitlere bağlı olan kimse, Allah’ın arşının gölgesinden başka hiçbir gölgenin olmayacağı kıyamet gününde onun gölgesinde gölgelenecek yedi sınıf insandan biri olacaktır.” [Müslim, Zekât, 91]

Peki kalbi mescitlere bağlı olmak ne demektir? Bugün kalplerimizin gerçekten mescitlere bağlı olduğunu söyleyebilir miyiz? Namaz, cemaatle namaz ve mescit/cami, hayatımızın tam olarak neresinde bulunuyor? Allah Resûlü’nün müjdesini hak edip etmediğimizi anlayabilmek adına bu sorular üzerinde düşünmeliyiz. Allah Teâlâ, Kur’anı Kerim’de şöyle buyurur: “Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve âhiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar ederler. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır.” [Tevbe, 9/18]

Buna göre ancak inanan insanlar mescitleri mamur kılabilirler. Bu âyetten mescitlerin maddî olarak imar edilmeleri kadar manevî olarak imar edilmeleri anlamı çıkarılabilir. Mescitleri hem maddî hem de manevî olarak imar etmek ise onlara gönülden bağlı müminler tarafından gerçekleştirilebilir. Yani mescite kalben bağlı kimse, inşa edilmesinden temizliğine, tefrişinden bakımına kadar bütün ihtiyaçlarıyla ilgilenerek mescitin maddî imarını sağladığı gibi, mescite sık sık gidip namazlarını cemaatle kılarak onu manen de imar etmiş olur. Bununla birlikte günümüzde camilerimize bakıldığında cuma, bayram ve teravih namazlarına gösterilen alâkanın vakit namazlarına gösterilmediğinin çoğu kimse farkındadır. Minaresiyle, kubbesiyle, mihrabıyla, minberiyle, çeşit çeşit süslemeleriyle bina edildiği halde beş vakit sessiz sedasız bekleyen camilerimiz var. Cemaatleri olmadan bu camilerin gerçek anlamda imar edilmiş olduklarından söz etmek mümkün müdür? Bu durum bize, camiyle olan gönül bağımızı tekrar gözden geçirmemiz gerektiğini hatırlatır.

İnsanoğlu kalbini nelere bağlamıyor ki? Lüks bir ev, konforlu bir araba, saymakla bitmeyen servet, mal mülk, makam mevki, türlü teknolojik ürünler vs. Yaratılış gayemizi unutup, aslında birer araç olan gelip geçici şeyleri amaç haline dönüştürmek... Bütün bunların yanında bize kim olduğumuzu, niçin yaratıldığımızı en güzel şekilde hatırlatacak camiler, hayatımızın merkezinde yer almanın aksine bir kenarında duruyor. Bu durumu, camilerin inşa edilişinde bile gözlemlemek mümkündür. Geleneğimizde bütün yolların, sosyal hayatın tam kalbindeki camilerde birleştiği cami merkezli bir şehirleşme söz konusuydu. Bugün inşa edilen camilerin ise aynı merkezî konumda olduklarını söylemek pek mümkün görünmüyor. Çünkü modern hayat, dev alışveriş merkezleri, eğlence yerleri gibi çok daha farklı mekânları sosyal hayatın merkezine alıyor.

Modern hayatın bütün dayatmalarına rağmen kalbi, geçici heves ve mutlulukların ablukasından kurtarıp gerçek saadete ulaştıracak mekânlar olan camilere yani Allah’ın evlerine bağlamak, günümüz şartları altında kolay olmamakla birlikte imkânsız da değildir. Sevgili Peygamberimizin (s.a.s.) mescitlerle ilgili tavsiye, teşvik ve müjdelerini hatırda tutmak kişiyi bu yolda daha kararlı kılacaktır. Nitekim mescitlere gidip gelmeyi alışkanlık haline getiren kimsenin imanına şahit olunmasını isteyen Allah Resûlü, böyle bir insana Allah’ın cennette köşk hazırlayacağı müjdesini verir. Mescite giderken atılan her adımın sevap kazanmaya vesile olacağını ifade eder.

Yine O, karanlıklarda mescitlere çokça yürüyenleri, kıyamet günü tam bir nurla müjdeler. Zorluklara rağmen âdâbına uygun güzelce abdest almanın, mescitlere çokça gitmenin ve bir namazdan sonra diğer namazı beklemenin, hataları silerek manevî dereceleri yükselteceğini bildirir. Mescitde namaz için bekleyenlerin, bu süre içinde namazdaymış gibi sevap kazanacaklarını ifade eden Peygamberimiz [Buhârî, Vudû’,34], mescitlerde bulunmayı alışkanlık hâline getiren kimselere karşı Yüce Allah’ın hoşnutluğunu şöyle dile getirir: “Müslüman bir kimse namaz ve zikir için mescitleri kendine vatan edindiğinde, Allah onun bu durumuna, ailesinin gurbetten dönen kişiye sevindiği gibi sevinir.” [İbn Mâce, Mesâcid, 19.]

Aslında Hz. Peygamber’in vurgu yaptığı bütün bu hususlar, mescite kalben bağlı olmanın, hissî bağlılığın yanı sıra onu fiilen ortaya koymanın gerekliliğini de içerdiğini gösterir. Sevgili Peygamberimizin hayatına bakıldığında onun, gerçekten kalbi mescitlere bağlı bir mümin olduğunu ve ashabının da aynı bağlılığa sahip olabilmeleri için çaba sarf ettiğini görürüz. Buna en güzel örnek, onun Kubâ mesciti’ne olan bağlılığıdır. Resuli Ekrem Efendimiz, Kubâ mesciti’ni  hicret yolculuğu esnasında Medine’ye gelmeden önce uğradığı Kubâ’da inşa etmişti. Sonrasında Medine’ye yerleşip yeni bir mescit yapmasına rağmen onu ihmal etmedi. Bazen yaya bazen de binekli olarak Kubâ mesciti’ni sıkça ziyaret edip orada namaz kıldı [Müslim, Hac, 521; Ebû Dâvûd, Menâsik, 95, 96] ve ashabını da bu mescitde namaz kılmaya teşvik etti. Cemaatle kılınan namazın, tek başına kılınan namazdan yirmi yedi kat daha faziletli olduğunu ifade eden Peygamberimiz [Buhârî, Ezân, 30.], büyük küçük, kadın erkek demeden herkesin mescitin huzur dolu atmosferinden faydalanmasını isterdi. Bu nedenle kadınların mescitlere gelmelerine engel olunmamasını tavsiye ederdi. Annelerin mescite çocuklarıyla birlikte gelmeleri hâlinde ise cemaatle namazın vereceği huzur ve sevaptan onların da nasiplenmesi için namazı hafif kıldırırdı. Resûlullah’ın kendilerine tanıdığı bu kolaylıklar neticesinde hanım sahâbîlerin kalpleri mescite öylesine bağlanmış olacak ki, içlerinde sabah namazlarını bile cemaatle eda etmeye gayret gösterenler olmuştur. Hz. Peygamber’in mescitlere ve cemaatle namaza dair bütün bu tavsiye ve uygulamaları, günümüz insanının camiye daha içten alâka ve sevgi göstermesini sağlamak açısından oldukça değerlidir. Bunların ışığında kalbini camiye bağlayıp namazını cemaatle kılmaya özen gösteren mümin, artık camide eda edeceği her namazı heyecanla bekler. Namazı kılıp mescitden ayrıldığında bedenen uzak kalsa bile, kalbiyle ve zihniyle aslında hep orada olur. Kalbi, adeta mescitde asılı bir kandil gibi orada asılı kalır. Çünkü mescit bir mümin için hayatın bütün meşgalelerinden, sıkıntılarından arınıp nefes aldığı bir mekândır. Her yıl Ekim ayının ilk haftası “Camiler ve Din Görevlileri Haftası” olarak kutlanmaktadır. Bu vesileyle camilerin hayatımızdaki yerini bir kez daha gözden geçirmeli, dünya hayatımızdaki asıl görevimiz olan Allah’a kulluk ve ibadetlerimizi cami ve mescitlerle bütünleştirerek hem dünyamızı hem de ebedi kalacağımız ahiretimizi kazanmalıyız”